Anlamlı Kelimeler
Vaveyla: Herhangi bir olay karşısında vuku bulan şaşkınlık ya da acının sebep olduğu çığlıklara vaveyla deniliyor. (Arapça)
Az Bilinen Kelimeler Ve Anlamları
Vaveyla: Herhangi bir olay karşısında vuku bulan şaşkınlık ya da acının sebep olduğu çığlıklara vaveyla deniliyor. (Arapça)
Lalettayin: Arapça kökenli ve “herhangi bir” ya da “sıradan” anlamlarını karşılıyor.
Beynelmilel: Beynelmilel sözcüğü “uluslararası” demenin eski söylenişiydi. (Eski Türkçe)
Haddizâtında: Sözcük, “aslında” veya “esasında” anlamlarını içeriyor. (Eski Türkçe)
Zinhar: Asla…
Perdebîrun: Farsça kökenli bir sözcük olan perdebîrun; “açık saçık konuşan, utanması olmayan, edep yoksunu, terbiyeden nasibini almamış” kişiler için kullanılabiliyor.
Namütenahi: Arapça “mütenahi” köklerinden türetilen sözcük; “sonsuz, ucu bucağı ve nihayeti olmayan” demektir.
Feveran: Kaynama, coşma, fışkırma.
Muzır” sözcüğü, “yayın” anlamına gelen neşriyat ile birlikte anılır.
Hâsiyet: Bir şeye has nitelik, o nesnede bulunan meziyet, kuvvet, tesir, hassa.
Munis: Arapça kökene sahip sözcük, , “cana yakın” demek. Bununla birlikte; “sevimli, sıcakkanlı, uysal ve uyumlu” gibi anlamlar da içeriyor.
Mamafih: Bununla birlikte, durum böyleyken, buna rağmen.
Velhasıl: ”Sözün kısası” anlamıyla, yani “özetleme” manasıyla, sözcüğün etimolojik kökeni keza Arapça. “
Dilhun: İçi kan ağlayan, başka bir deyişle çok kederli ve üzüntülü kimseler. (Eski Türkçe)
Tevekkeli: Boşuna, boş yere, sebepsiz, mesnetsiz, gelişigüzel” anlamları içeriyor.
Çilemek: Yağmur serpintisi.
Münferit: Tek, ayrı veya kendi başına olan.
Efsunkâr: Sözcüğünün kökeni olan “efsun”, “büyülü” anlamına karşılık geliyor.
Sirayet: Herhangi bir etkinin yayılması, dağılması.
Alicenap: En yalın haliyle “cömert” anlamını veren bu sözcük, “onurlu, şerefli” olarak da kullanılıyor.
Şekerrenk: Araya soğukluk girmiş, bozulmuş dostluk. Farsça kökenli, o dilde anlamı “sarıya çalan renk.”
Zemheri (karakış): 40 gün süren soğuk dönem.
Pestenkerani: Önemsiz, değersiz ve saçma. (Kökeni Farsça)
Girift: Aynı zamanda bir çalgı ismi de olan girift sözcüğünün anlamı karmaşık, çapraşık, karışıktır.” (Farsça)
Safderun: Saf, temiz kalpli ve kolayca aldatılabilen. ( Arapça, Farsça) (Eski Türkçe)
Sensemek: eskiden kullandığımız kelimelerden biri. Sevilen birine duyulan ihtiyacı, kalbin sevdiğini özlemesini, hasreti ifade ediyor.
Cenap: Sağ veya sol taraf.
Vâkıf: “Bilgisi olan.”
Zeyrek: Sözcüğümüz, Farsça kökenli ve “uyanık, akıllı, güçlü, anlayışlı, zeki” gibi birden fazla anlamına geliyor.
Hissikablelvuku: Olacakları önceden hissetmek, tahmin etmek ve içine doğmak gibi anlamlara gelir.
Umman: Çok büyük engin deniz, okyanus…
Lafügüzaf: Anlamı boş söz”dür.
Perestiş: Taparcasına, delicesine sevmek…
Babayani: Dış görünüşe, gösterişe önem vermeyen, görmüş geçirmiş, hoşgörülü, babacan.
Tahayyül: İmgeleme, zihinde canlandırma, gözünün önüne getirme” anlamlarına geliyor.
Tumturak: İhtişam, gösteriş, debdebe, görkem” gibi sözcüklerin yerine kullanılabilecek bir sözcük. Bu kelime ile ilgili olarak birtakım kaynaklar sözcüğün Arapça kökene sahip olduğunu söylese de diğer bazı kaynaklar ise Farsça iddiasını öne sürüyor.
Mukadderat: Evet, aynen öyle. “Takdir” sözcüğünden meydana getirilen bu sözcük, “kaçınılmaz durumları” ifade etmek için kullanılıyor. (Arapça)
Akkadça “Nisannus” (taze mahsul) kelimesine dayandırılan Nisan, doğanın tazelenmesi ve insanın yenilenmesidir.
Sarfınazar: Saymama, dikkate almama, vazgeçme. (Arapça kökenli bir kelime)
Mutabık: Uzlaşma, anlaşma anlamına geliyor.
Feriştah: “bir işi yapan en iyi kişi”, yani “işin ehli” ve “alanında profesyonel… (Eski Türkçe)
Mütehassis: Duygulanmış, duygulanan, duygulu anlamına geliyor.
Ruz-i Hızır olarak da bilinen Hıdırellez, Arapça “Hızır (yeşillik, yeşilin tadı)” ve Farsça “Ruz (gün)” sözcükleriyle ilişkilidir. Doğanın canlanıp yeşillenmesi ve bu yeşilip temas ettiği yerlerin bereketlenmesi demek.
Müteşekkir: teşekkür etme durumunda olan.
Meyus: Üzgün olmayı, karamsarlığı ve umutsuzluğu vurgulayan bir sözcük olan “meyus”, Arapça kökene mensup…
Süveyda: Kalbin ortasındaki gizli günahların saklı olduğu -sanılan- siyah birikinti, beneğe, karalığa deniyormuş. (Arapça kökenli)
Abis: Deniz veya okyanuslarda güneş ışığının ulaşamadığı en derin kısmı.
Mütevellit: İçinde yer aldığı cümleye “-den dolayı” anlamı katan sözcük, Arapça kökene mensup. (Eski Türkçe)
Zahir: kuşkusuz, şüphesiz”, isim olarak kullanıldığında “dış görünüş” ve sıfat olarak kullanıldığında “açık ve/veya belli” anlamlarına gelen bir sözcük
Pâyidar: Ölümsüz sonsuza kadar eyguzelsozler.com yaşayacak olan, kalıcı ve devamlı anlamlarına gelir. (Farsça)
Dâreyn: “İki ev” Dünya ve âhiret. Bana dâreynde kâfî kulun olmak şerefi Ey şeh-i bende-nüvâz eyleme âzâd beni (Muallim Nâci)
Fevkalbeşer: “İnsan” anlamına gelen “beşer” sözcüğü ile türetilen fevkalbeşer, “insanüstü” anlamını doğuruyor.
Erbain: Kırk. Kırk gün devam eden kara kış.
Merdümgiriz: Farsça kökenli olan kelime birleşik sıfat özelliği taşıyor ve “kalabalığı sevmeyen, insanlardan kaçan, kendini toplumdan izole eden” kişiler için kullanılan ön ad.
Ehvenişer: Kötü seçenekler arasındaki en iyi olanı/gözükeni seçmek. (Eski Türkçe)
Şikemperver: Boğazına düşkün, yemek yemeyi seven, yemek yerken zevk alan.
Tufeylî: Kendi emeğini kullanmaktan imtina edenlerin sıfatını ortaya koyan tufeyli sözcüğünün anlamı; “asalak”tır. Haliyle; “başkasının sırtından yaşamlarını sürdüren kimseler” için kullanılıyor.
Bağban: Bağ bekçisi, bahçıvan. Ey melek-sîmâ bugün devran senindir sen benim Bağ senin bağban senin gülşen senindir sen benim. (Erzurumlu Emrah)
Zevahir: Dış görünüm” gibi bir anlam içeriyor. Mecaz anlamda ise “durumu toparlamak” anlamını geliyor.
Güzeşte: Zaman bakımından geçmiş, geride kalmış demekmiş. Çoğulu “Güzeştegân”, geçmiş olanlar anlamında. (Farsça)
O mahur beste çalar Müjgân’la ben ağlaşırız” dizesindeki “Mahur”, musikide bir makammış. “Müjgân” ise kirpik(ler) demekmiş (Farsça kökenli).
Müstehcen: açık seçik” anlamını taşıyan kelimedir. (Eski Türkçe)
Beyhude: Yararı olmayan, anlamdan yoksun. (Farsça kökenli bir kelime.)
Âmiyâne: Basit, sıradan, bayağı” anlamlarının yanı sıra “alelade” sözcüğü yerine de kullanılabiliyor. (kökeni hem Arapça hem de Farsça olarak açıklanıyor.)
Canhıraş: Yürek paralayan” ve “tüyler ürpertecek kadar korkunç. (Farsça kökenli olan bu sözcük, hüzün hissi yaratacak durumların dile dökülmesinde yardımcı oluyor.)
Mütehassıs: uzmanlık.
Gümüşservi: Geceleri Ay’ın suya yansımasıyla oluşan parıltılı görünüm.
Berceste: Güzel, latif, seçilmiş, değerli. “ve benzerleri” anlamına da gelen Farsça kökenli bir kelimedir. Edebiyatta; “ince anlamlı, latif, güzel, kolayca hatırlanan, sanat değeri yüksek dizeler için de kullanılıyor.
Müşkülpesent: “Detaycı, zor beğenen, titiz” gibi karşılıklarla anlamlandırılabilecek müşkülpesent sözcüğünü, sürekli bahane uyduranlar için kullanıldığını biliyoruz. (Sözcük Arapça ve Farsça kökene sahip bir şekilde türetilmiş.)
Lâyetezelzel: Sarsılmaz ve güvenilir. (Arapça kökenli bir kelime.)
Yabancı Güzel Anlamlı Kelimeler
Apricitas: Güneş sıcaklığı. (Latince)
Abyssos: Dipsiz, dibi olmayan. (Yunanca)
Accismus: Çok istenilen bir şeyi istemiyormuş gibi davranmak, istemeden reddetmek. (Latince)
Aotearoa: Uzun beyaz bulutlar ülkesi.
Apricity: Kış gününde ortaya çıkan güneş ışığı veya kış güneşinin sıcaklığı. (İngilizce)
April: Açmak, ortaya çıkarmak, tabiatın uyanışı ve canlanışıdır. (Latince)
Depaysement: Alışılmış ortamdan, yaşanılan yerden farklı bir yerde olmaya, yabancılık hissetmeye veya arada kalmışlık.
Euneirophrenia: Rüyalardan sonra hissedilen huzurmuş. (Yunanca)
Finifugal: Sonlardan kaçmak, herhangi bir şeyin sonunu öğrenmek istememek. (Latince)
Gökotta: Sabahın erken saatlerinde kuşları dinlemek için yürüyüş yapmak. “Şafak pikniği” diye de biliniyor. (İsveç)
Graphomania: Başıboş şekilde yazma, her gördüğünü kağıda dökmek, yazı yazma manisine deniyormuş. (Yunanca)
Macula: Benek, leke. (Latince)
Mágoa: Bazen çok uzun süre üzüldüğümüz şeylerin yüzümüzdeki bıraktığı kalıcı izler. (Portekizce)
Malneirophrenia: Kâbuslardan sonraki huzursuzluk. (İngilizce)
Mono no aware: Geçici olan şeylerin farkında olmaya ve bunun verdiği üzüntü. (Japonca)
Mono no aware: Geçici olan şeylerin farkında olmaya ve bunun verdiği üzüntü. (Japonca)
Natsukashii: Nostalji hissi veren bir nesne yüzünden geçmişe gidip anıları yaşamak, keyiflenmek. (Japonca)
Nermdil: Yüreği yumuşak. Merhametli. (Farsça)
Omnes Vulnerant Ultima Necat: Her saat yaralar sonuncusu öldürür demek. (Latince) (Eski güneş saatlerinin kadranına yazılan bir cümle.)
Omnia mutantur, nihil interit: Her şey değişir, ama hiçbir şey yok olmaz. (Latince)
Onsra: Bir daha aşık olmayacağını anladığında gelen kalp kırıcı hisse, son aşk. (Kuzeydoğu Hindistan dili)
Orenda: Etrafımızdaki her şeye etki, nüfuz ederek dünyanın değişebileceğini düşünmek, bunu düşündürten manevi güç.. (Huron dilinden, Kızılderililer)
Orkusuga: Enerji emici arkadaş, fazla ilgi isteyen, hayat enerjinizi çeken kişi. (İzlandaca)
Perfer et obdura; dolor hic tibi proderit olim: Sabırlı ol ve dayan; gün gelecek bu acı sana yarayacak. (Latince)
Promaja: Cereyanda, rüzgarda kalmak gibi insanları hasta edecek kadar kuvvetli, gizemli, mistik güc. (Balkanlarda kullanılan bir sözcük)
Saudade: Şu an var olmayana, kaybedilmiş kişiye veya yokluğuna duyulan buruk, melankolik özlem. (Brezilya)
Shuushi: Sonbahar geldiğinde üstümüze çöken hüznü, duygusallığı, melankolik hisleri anlatan Japonca sözcük.
Sillage: (kokunun izi): Sevdiğin ya da sıradan biri gittikten sonra ortamda kalan kokusu. (Fransızca)
Sukha: Dış dünyadan veya ortamdan etkilenmeden yaşanan özgün mutluluk.
Uitwaaien: Kafanı dinlemek, toplamak için rüzgarda yürümek, hava almak demek.
Versamur ibidem atque insumus usque: İnsan kendini saran çemberin içinde döner durur.
Yi ri san qiu: (Bir gün, üç sonbahar). Birisinden kısa bir süre ayrı kalıp, uzun süredir ayrıymış gibi hissetmek. (Çince)