Yusuf Atılgan Sözleri
27 Haziran 1921’de Manisa’nın Göktaş köyünde doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Üniversite eğitimi sırasında hem edebiyat dünyasında yer edinmiş isimlerden hem de Batı edebiyatından etkilenmiştir.
Mezuniyetinden sonra bir süre öğretmenlik yaptı ancak siyasal düşüncelerinden dolayı bu görevden uzaklaştırıldı. Sonrasında doğduğu köye dönerek çiftçilikle ilgilendi. Yusuf Atılgan, bireyin yalnızlığını, sıkışmışlığını ve varoluşsal sorgulamalarını işleyen eserleriyle edebiyatımızda “modernist romanın” öncülerinden sayılır.
Genellikle psikolojik tahlillere ve karakter derinliğine odaklanır. Batı edebiyatından Dostoyevski, Kafka ve Camus gibi yazarlardan etkilenmiştir. Eserlerinde küçük kasaba insanının sorunlarını ve modern bireyin büyük şehirdeki bunalımlarını güçlü bir şekilde dile getirmiştir.
9 Ekim 1989’da İstanbul’da hayatını kaybetti.
Yusuf Atılgan Sözleri Kısa
* İnsanlar haksızken daha çok bağırır.
* İnsan kendine acır mı? Ben acıyorum.
* Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır.
* Gözler konuşmaya başladığı zaman her şey susar.
* Hep böyleydi. Bir şey en gerektiği anda olmazdı.
* Bereket arada seni düşündükçe içimin ısınması var.
* Korktuğumuz için severiz, korktuğumuz için yaşarız.
* Her şeyi birden görmeye kalkarsak hiçbir şey göremeyiz.
* Bir yazarın dediği gibi: Kadınsız hikaye tuzsuz aşa benzer.
* Açık korku kişiye adam öldürtür, gizlisi uslu uslu oturtur.
* Bugünkü benim son aldanışım olmayacak. İnsanlara güveniyorum.
* Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama yalnız bir teki yoktu.
* Kadınların neden evlendiklerini anlıyorum: Yalnız kalabilmek için.
* İki insan ayrıldıkları zaman birbirlerinde bir şeyler bırakıyorlardı.
* Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?
* Günlerin adı, sürelerince yaşanılan olayların değerine göre değişebilir.
* Bir gün sana dünya da katlanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim.
* Yoksa bu aşırı gereklilik duygusu, o şeyin yokluğundan mı kaynaklanıyordu?
* Yatsam, hiç kalkmasam! Kalkıp düşmanlıklarla dolu bir güne başlamakta ne var.
* Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde, sözle, yazıyla, resimle ya da susarak..
* İnsanların birbirine benzerlikleri, tümünün iki ayaklı oluşu şaşılacak şeydi.
* Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.
* Başkaları bizi, baca dumanı gibi, dışarıya bıraktığımız belirtilere göre tanırlar.
* Herkes onun gibi değil miydi? En az umutlanmaları gerektiği zamanlar en çok umarlardı.
* Yaman adamdı bu dilenci. İnsanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu.
* Birden sokakları dolduran kalabalıkta o’nun da olabileceği aklıma geldi, içimdeki sıkıntı eridi.
* Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.
* Dünyadan çok şey beklemiyorum. Üç oda, bir mutfak, sevdiğim adam. Biri kız biri oğlan iki çocuk.
* Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.
* Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.
* İnsan geçmiş bir olayı kafasından kazıyıp attığını sanıyor. Değil. Tortuya benzer bir kalıntı var.
* Anayurt otelini, yazarken tavanda bir fare tıkırtı yapıp duruyordu, ben de romana bir kedi soktum.
* Acelem yok benim, biliyorsun. Bir gün sana dünyada dayanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim.
* Yaşamın güç olduğu dünyadan uzağa, çocuklukta tadılmış bir huzura kaçmak gerekti, hiç olmazsa bir güncük
* İnsanlar yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. olmak istedikleri, olamadıkları “kişi”yi anlatırlar.
* Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım.
* Bu hayatta herkes bir şeye tutunur. Çünkü dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz.
* Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır.
* İnsanları yalan söylediklerinde dinlemeyi severim. Çünkü olmak istedikleri ama olamadıkları insanları anlatırlar.
* Birden kendi kapısını kapamadığı aklına geldi. Hırsız girse bile kitapları çalmazdı. Ötekiler umurunda da değildi.
* İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu.
* Bir eylemin ertesini, sonuçlarını göze alabilirse ya da bunlara kayıtsız kalabilirse, insanın yapamayacağı şey yoktu.
* Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum.
* Siz anlanamaz, sen anlanır. Bazı kitaplarda sizi seviyorum’u okuyunca gülerim. Sanki siz sevilebilirmiş! Sen sevilir, değil mi?
* Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm.
* Belki de insanlar kendi kendilerine düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı.
* Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor.
* İnsanların kaçınılmaz ikiyüzlülüğünü görüyordum. Bir gazozluk dostluklar! Herkes tren yolculuğundaki süreksiz tanışıklıkla yetinir gibiydi.
* Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi ayrı dili konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?
* Hepimiz korkağız. Korktuğumuz için severiz; korktuğumuz için yaşarız; korku yüzünden öldürürüz. En kötüsü kısa sıkıntılardan korkarız
* Bazen, görünür bir sebep olmadan, insana önünden geçtiği yapı, bir sokak köşesi, üstünde oturduğu sandalye hayatında önemli bir yer tutacakmış gibi gelir.
* Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır.
* Bütün bu “siz”ler, “iz”ler, “uz”lardan sıkılırım ben. Yapmacık, fazlalık gibi gelirler bana. İkinci konuşmamda ‘sen’ diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam. Ne dersin(iz)?
* Konuşmam yetmiyormuş gibi düşünmeye de başladım. En kötüsü buydu. Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım.
* Alışmaktan korkuyordu. Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendisinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı.
* Nasıl kolayca söyleyebiliyor bunu? Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dili konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?
* Ya insanlar? Onların yaşamasında her şey ayrıntı. Önemli olan yemek değil, yenecek yemeğin çeşididir; giysi değil, giysinin çeşidi; ayakkabının çeşidi. Günlerin adı bile… Belli günlerde belli yaşamaları vardır. Pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık! Hep ayrıntılar! Paranın sayısı gibi..
* Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez.
* Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.